20 Mayıs 2011 Cuma

BURSA ASIKLAR CAY EVI


























FOTO-FINISH

"Lütfen Bağırmayın!Atlar Sizi Duyamaz..."

Beyoğlu' nda Bir Ganyan Bayisinin Televizyonunun Altında Bir Uyarı

“elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim

elbette gayet rasyoneldir attan atlamak”

Ah Muhsin Ünlü

Hayvan sevgisi konusunda şehirlileştikce "sabıkalılaşan” bir toplumun; ve aynı zamanda kırsal kesimde hayvanlarla ilişkisi "et, süt, yumurta, yün..." ekseninde gelişen faydacı ve görece rasyonelleşen bir toplumun; yani Ahmet Turan Alkan'ın deyimiyle mevcutların değil ölmüşlerin yüzü suyu hürmetine değirmenin suyunun döndüğü "Yaşasın İrrasyonelite" diye bağıran bir toplumun fertleriyiz.


Bundan yıllar önce danasını Murat 124' ünün arka koltuğuna sığdıran Sivaslıyı da, sokak köpeklerini zehirleyerek öldüren şehir belediyeciliği anlayışını da yukarıdaki cümlenin satır aralarında bulabilirsiniz.


İşte böyle bir ülkede belki tek bir hayvan geniş kitlelerce tanınmasına rağmen bu çelişkili sevgiden daha az yara almayı başarabiliyor. Maalesef tecrübelerimiz, bu biricik hayvanın tüm akrabalarının aynı kaderini paylaşmadıklarını gösteriyor.



At sahiplerinin, at antrenörlerinin, jokeylerin oluşturduğu "bir kısım zümre" yi saymazsak; at yarışı oynamak, yani yüksek bir miktar parayı kazanmak için sınırlı gelirini ganyan bayiilerinde bitirmek pek de rasyonel bir davranış gibi görünmüyor.



Türkiye Jokey Kulübünün istatistikleri ise bu irrasyonel davranışı, yarış bültenlerine saatlerini ayırarak, hesap makineleriyle "rasyonel" hesaplar yaparak sergileyen insan sayısının oldukça yüksek olduğunu gösteriyor. Yani hayvanları et, süt, yün ekseninde fayda merkezli "severek" rasyonel davranış gösteren, ama irrasyonalitesiyle ünlü bir toplum, bültenlerden `sprint hesapları` yapan rasyonel bir görüntü altında, ama özünde irrasyonel bir şekilde atlarla ilişki kuruyor. Öyle ki bazen atlar eşinden kaçak at yarışı oynayan insanlardan eşlere söylenmemiş sevgi sözcükleri duymaktan geri kalmıyor.


İstatistiklere bulaşmadan, sadece sağımıza solumuza bakıp, çevremizde kaç kişinin "parayı beygirlere yatırdığını" düşünürsek, bu rasyonalizm dilemmasının büyüklüğünü biraz daha anlayabiliriz.


Dışarıdan kapalı bir cemiyet havası veren ganyan bayilerinden, bu "tekinsiz" mekandan ve insanlarından korktum uzun bir süre. Belki de `Belgesel Fotoğraf` bireyin iç hesaplaşmasına bir yol açmıyor olsaydı ganyan bayilerini belgeleyemezdim. Bir anlamda babamın yıllarca at yarışı oynayip hiç kazanamamasının anılarıyla dolu zihnimi bu yeni fotoğraflarla temizledim.



Her iş ve her yer gibi ganyan bayilerinin de bir raconu ve jargonu olduğunu, masandaki adam 'at çalışırken' sessiz olmanın bunlardan biri olduğunu çabucak öğrendim. Adam diyoruz çünkü uzun bir zaman diliminde telefonla oynayan birkaç kişi `At Yarışı` oynayan bir kadına rastlamadım.



Belgesel fotoğrafın vektörünün izleyici ucunda bulunanlar açısından kahvehane ve hipodromlarla karıştırılabileceğini düşündüğüm ganyan bayilerinin ikisiyle de ortak noktaları olduğu halde ikisinden de apayrı bir sosyal kimliği var. İçerideki tanışıklıklar, müdavimleri sima olarak tanımanın ötesinde geçmişte paylaşılmış veya esirgenmiş tüyolara, yapılmış ortak kuponlara ve hatta paylaşılmış ortak paraya kadar uzanıyor. Benim kanaatim onları birleştiren şeyin, müdavimler arasında zımnen yapılmış "ganyan bayisi, acımasız hayatın dertlerini, okul taksitlerini, emekli maaşlarını, hastalıkları ve vefasız evlatları hiç konuşmadan, sadece atlardan bahsederek herkesin lüks bir ev, bir araba, refaha ermiş bir hayatı düşledikleri yerdir." sözleşmesi olduğudur.



Gayet şık müşterilerin, LCD ekranlardan yarışları izlerken, içkilerini yudumlayarak at yarışı oynadığı ganyan bayilerinin bulunduğunu duysam da ben bu soğuk mezeli ve tefeci sırıtışlı kozmetik mekanları tercih etmedim. Daha karanlık ve daha izbe olan ücraları aradım. Umut ve umutsuzluk, ışık ve karanlık at yarışı oynayanlar kadar benim de gitgellerimin karşılıklı limanları oldu bu süre zarfında. Ama neticede Türkiye'de günde yaklaşık 4 trilyon cirosu olan bir sektörün "en ücra" köşesini sosyal-belgesel bir anlayışla insanı merkeze koyarak belgelemeye çalıştım.



Kasanın yanında, telefon başında uzaktan arayacak olan rafine müşteriye kupon yapmak üzere gün boyu çalışan ve büyük oynanan kupondan yüzdesini alan profesyoneli gördüm. Polisleri ve sosyal demokrat öğretmenleri, tefecileri ve temizlik işçilerini, hayatında hiç at görmemiş Ankaralı memur emeklisini ve atıyla hurda toplayan çingeneyi aynı masada, aynı umudu beslerken, aynı dili konuşurken gördüm.


Ama daha önemlisi Ganyan Bayisi, riskli bir “fayda” merkezinde de olsa, insanı ve atları bir arada gördüğüm, bir sirk kadar sahte ve bir Fellini filmi kadar gerçek bir “umut akvaryum” uydu benim için.

Artık atları daha çok seviyorum.